30 Kasım 2009 Pazartesi

Ömür boyu konuşmama hakkına sahipsin!


Böyle bir hak var evet, bize söylenmiyor.Hatta hak değil bir dayatma bu bize.Siz hiç susanın başına bir iş geldiğini gördünüz mü?Kabahat hep konuşandadır.Hemen yazılır adınız tozlu tebeşirlerle tahtaya, yanına da bir kaç çarpı atılır, toplum karşısında teşhir edilmiş, fişlenmişsinizdir.Nerede bir konuşan varsa suçlu odur, susturun onu!

Doğdumuz gün ile öleceğimiz gün arasındaki günler kadardır bütün yaşadıklarımız ya da yaşayamadıklarımız.Zaman, hayat maratonunda büyük atar adımlarını finiş çizgisine bir an evvel varabilmek için ve sonunda mağlup olan hep biz oluruz.Durumun ciddiyetini asla farkında değilizdir, hep gelecek için planlar yaparız.Ama o planları bir türlü uygulayamayız.

Hayatlarımızı sabıkalı insanlara emanet edip, güven bekleriz onlardan kendi yarattığımı korkularımızı yenebilsinler diye.Herkese aynı reçete yazılır.'Genetiği değiştirilmiş düşünceleri' büyük boy enjektörlerle damarlarımızdan içeri sokarlar,bizim kendilerinden güven beklediklerimiz.Uyuşuruz,konuşamayız.Pollyanna can bulur ruhumuzda, bir ömür boyu durur o sahte gülümseme suratımızda.

Tüm gördüklerimiz ve bildiklerimiz Tv'nin içinde dönen oyunlardan ibarettir, oysa dışarda bir dünya dönmektedir bizden habersiz.Hiç merak etmeyiz o dünyayı, edenlerin ismi tahtada yazılıdır zaten.Korkarız bir adım dahi atamayız.Etrafınızdaki herkes böyledir, geri kalan bütün insanlar da..

29 Kasım 2009 Pazar

Kapat televizyonu anne, seni de kandırıyorlar!





Yaşar Kurt'un bir şarkısında geçer bu cümle..
Küçükken dinlediğimde, anlamamıştım elbette.
Şimdi ise Yaşar Kurt ile bağıra bağıra söylüyoruz şarkının bu kısmını.
Bu şekilde olmak zorunda mı her şey?
Elimize yapışan cep telefonlarımız, hayatımızı dizilerin saatlerine göre ayarlamamız.
Bizi bunlara bağımlı kılan şey nedir?Kendimiz.
İstersek 'madde bağımlısı' olmaktan vazgeçebiliriz.
Zihnimizi meşgul eden ne çok şey var düşünsenize.
Bir de bizi ne kattıklarına bakın, koskoca bir hiçlik.
Diziniz bırakın kaçsın, kaçan hayatınız olmasın.
Zeitgeist belgeselini izlediyseniz eğer şöyle der bir bölümünde:
"Çok fazla düşünmenizi istemiyorlar.Bu yüzden ülkemiz ve tüm dünya gün geçtikçe eğlenceyle medyayla, televizyon programlarıyla,lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle ve aktivitelerin her çeşidiyle dolu hale geldi,insanların zihnini meşgul tutmak için.Yani çok fazla düşünmeniz,önemli insanların işine gelmiyor.Uyanmanız ve anlamanız gerek ki,hayatınızı yönlendiren insanlar var,ve siz bunun farkında bile değilsiniz.Çünkü sizin tek gerçeğiniz bu ekranda gördükleriniz.Şu an dışarda bu ekranda gördükleri haricinde hiçbir şey bilmeyen koskoca bir nesil yaşıyor.Ve televizyondakilerin gerçek,kendi hayatlarınızın ise hayali olduğunu düşünmeye başladınız.Televizyon ne derse onu yapıyorsunuz.Onun gösterdiği gibi giyiniyorsunuz, onun gösterdiklerini yiyorsunuz,çocuklarınızı onun dediği gibi yetiştiriyorsunuz, hatta onun istediği gibi düşünüyorsunuz...Tanrı aşkına, sizler gerçeksiniz,hayali olan biziz!Perdenin arkasındaki adamların istediği en son şey,bilinçlenmiş ve düşünme yetisine sahip bir toplum.İlginizi dağıtmak ve sizi herşeyden habersiz bırakmak istiyorlar."

Ayağa kalkıp alkışlanacak bir tespit, her cümlesi yüzümüze indirilen bir tokat.
Bizi kendine esir eden şeylerden vazgeçmeliyiz.

Hemen şimdi !


En kötüsü de annem televizyonu hala kapatmıyor!

26 Kasım 2009 Perşembe

Laissez faire, laissez aller, laissez passer



Sevmem 24 Ocakları ve o tarihte alınan '24 Ocak' kararlarını.

Hem Uğur Mumcu'yu alıp götürdü aramızdan, hem de Demirel'in ve Özal'ın Imf'ye daha çok hizmet verebilmek, ülkemizi daha çok sömürmesinin önünü açmak için aldıkları kararların altına yakışıklı imzalarını attıkları tarihdir.Karma ekonomiden "serbest piyasa ekonomisine" geçmenin mutluluğunu yaşadılar hep beraber Özal ve demirel.Özelleştirme ile kamu kesimi küçültülür, yabancı sermayenin ülkeye girişi kolaylaşır, faizi devlet değil arz-talep belirler.24 Ocak'ta yapılan % 48.9 oranındaki devalüasyon ile, bir dolar 70 türk lirasına tekabül eder hale gelir.

Rahmetli Uğur Mumcu 24 Ocak kararları için şöyle der:
"24 ocak kararları, kurulu ekonomik düzeni büyük ölçüde değiştirmeyi amaçlamıştı. ama böylesine köklü bir değişimin gerektirdiği hukuksal düzenlemeler zamanında yürürlüğe konmuş değildir. serbest piyasa ekonomisine ya allah!.. diye dalınmıştır. kapitalizmi biz pek alaturka uyguluyoruz; alaturka kapitalizm dediğimiz de budur. ne yasası düşünülmüş, ne kararnamesi, ne tebliği!.. önüne ardına bakılmadan, el yordamı ile uygulanan liberal kapitalizm düzeni... nihavent makamında kapitalizm!.."

(kaynak: cumhuriyet, 23 haziran 1982, alaturka kapitalizm...)

Türkiye birileri için 'açık pazar' haline getirilmek isteniyor, buna birileri tarafından çanak tutuluyordu.

David Ricardo ve Adam Smith liberal iktisatçıları serbest piyasa ekonomisini şöyle tanımladılar: “Malların serbest dolaşımı ve tam rekabet, ekonominin (yani üretim ve bölüşümün) en iyi şekilde işlemesini sağlayacak temel kurallar olmalıdır. Tüm mallar tüm dünyada hiçbir sınır tanımaksızın gezebilmeli ve bu sayede her bir üretici rakibinden daha çok satış yapabilmek için daha iyi malı çok daha ucuza üretmenin yollarını aramalıdır. Böylece biz tüketiciler de istediğimiz her malın ‘daha kalitelisini’, ‘çok daha ucuza’ tüketebiliriz. Yani refah toplumuna bir adım daha yaklaşabiliriz.”

Refaha ulaşıldı mı peki?

Cevabını siz verin..





Dipnot:Başlığın anlamı."bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler, dünya kendini idare eder"

25 Kasım 2009 Çarşamba

Narsisizm yeniden yazılıyor..


Damarlarınız derinizin üstünde patlayacak gibi görünüyor, neden bu sinir?
Hem sonra nedir bu acelecilik, hangi sözlerinizi bitiremediniz de kimin peşinden koşuyorsunuz?Neyin hesabını kimden soruyorsunuz?Çölün ortasında su arayıp bulamayınca masmavi gökyüzüne tükürenler, sizler değil misiniz?Kitap okuyormuşsunuz ama altlarını çizdiğiniz cümleler hep sizden bahsediyormuş, şaşırmadım.Düzenlediğiniz, düzenlemeye çalıştığınız her şey elinizde patladığı için küfür alışmış dillerinize.Yaptığınız serzenişler bir kulağımızdan girip öbür kulağımızdan salına salına çıkıyor haberiniz ola.Sakın ola ki,’insanlık’ çalışıp didindiğiniz söylemeyin, insanların üstüne basıp yürürken..
Kendi ellerinizle kökünden kopardığınız ağaçlarla, hem havamızı çaldınız, hem de salıncaklarla gökyüzüne ulaşabilme şansını çocuklarımızın.Siz kirli eller için piyon olmayı seçebilir, hayatınızı bu yönde ilerletmek ve kullanılmak isteyebilirsiniz ama başkalarını buna zorlayamaz, bu durumdan ötürü kınayamazsınız. Yaşlanıyorsunuz, sözcüklerinizde öyle.
Alışkanlıklarınızı başkalarına alıştırmaya çalışmayın, boşa vakit harcamak için başka uğraşlar bulun.
Lütfen artık ya susun yada rol yapmayı bırakıp kendiniz olun..
Çünkü bu daha ‘dürüstçe’ olur!

19 Kasım 2009 Perşembe

Bilgiye ulaşmak için..

Öznel ve nesnel koşullar içerisinde salt bilgiye ulaşabilmek için ne yapmak gerekir?

Empirist görüşe göre insan bilgisinin tek kaynağı deneyim yada duyumdur.
Rasyonalist görüşe göre ,bilginin kaynağı akıldır.
Pozitivist görüşe göre,bilgiye bilim aracılığı ile ulaşabileceğini savunur.

İlkçağlardan beri bilgiyi arayan ona ulaşmayan çalışan yüzlerce filozof ve savundukları görüşlere paralel ortaya çıkan yüzlerce felsefi akım.

Sürekli sorgulayan,cevaplar arayan doğumdan ölüme kadar septisist bir dünya görüşü içinde olan filozoflar,21.yüzyılda yaşadığımız bu dünya düzenini görseler acaba ne yaparlardı?

Ekonomik,sosyal ve kültürel alanda dibe vurmuş dünya toplumları kurtuluş olarak diğer ülkelerin kendilerine yazdığı reçeteleri harfi harfine uyup,geçmişlerini değil belki ama geleceklerini kurtarmayı beklerken, içinde yaşadığımız tarihsel süreç hiç olmadığı kadar aleyhimize işliyor.

İnsanoğlu tarafından yaratılan endüstri toplumu,insanların yarattıkları düzenin köleleri haline getirmiş,toplum bir yandan kentlileşirken diğer tarafından fakirleşmiş,küçük işletmeler yerini fabrikalara bırakmış,geçim ekonomisi ortadan kalkmış yerine üretim ticarileşmiştir.
İnsanlar toplumsal sorumluluklarından kendi payına düşeni canlarıyla ödemişlerdir
Birincil politik değer,insanın insanı sömürmesi olmuştur.

Savunulan ideolojiler bir bıçak kadar keskinleşmiş insanların arasına derin bir çukur açmış.
İlkçağdan 20.yüzyıla kadar bilgi değer görürken , içinde bulunduğumuz çağda bilginin tanımını bile yapamıyoruz.

Ellerinde ezoterik bir metinle kendini kral ilan edip perdenin arkasından yüzünü hiç göstermeyen kişiler kim?
Dünyayı kim yönetiyor?

17 Kasım 2009 Salı

Mirasımız..

Değişiyorum.Yaşananlarla,insanlarla ve gördüklerimle beraber.Kendime bir pay çıkarıyorum ,kendi hesabıma düşeni kabul ediyorum.Ve belli bir süre geçtikten sonra her şeyin dışına çıkıp bir de o gözlerle bakıyorum.Üzülüyorum,benden başka herkesin değişmediğini görünce.
Örnekler çoğalıyor,çember giderek büyüyor ve yeni bir günün sonunda yine her şey aynı kalıyor.
Geçmişte zamanında soramadığımız, söyleyemediğimiz o şeyler hep içimizde birikiyor.
Büyüyor o içimizdeki yara.
Ve her düşündüğümüzde kanıyor durmadan.
Bizden sonrakilere miras olarak çürümüş bir dünya düzeni bırakacağız.Ve bunu onlara medeniyet diye satacağız.

Düşüncelerimizin arasına kök salan,bizi kendine köle eden,buhranlı zamanlarımızda bizi hiçbir zaman yalnız bırakmayan paradokslardır o içimizde büyüttüklerimiz.

Ayrı uçlarda duran, gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan düşünceleri birleştirir ve onlara inanırız.Dogmalarımız hayatımızın en güzel yerine kurulurlar.

Düş kurmayız, başkalarının düşlerini çalarız.Zamandan ve düşünce gücünden tasarruf ederiz.Alnımızdaki “hırsız” yaftasıyla yaşarız.Kendimizdeki kusurları görmeyiz başkalarının kusurlarına odaklanmışken…

Ben bir sokak köpeğiyim..

Sokakta gördüğünüz ve bana tiksinerek baktığınız köpeklerden biriyim.
Ne annemi tanımıyorum ne de babamı.Sokaklarda doğdum sokaklarda öleceğim.
Arkadaşlarımın bir çoğunu öldürdüler,kimini zehirleyerek ,kimini döve döve.
Eskiden beni seven insanlar şimdi beni dövüyorlar.Ben ne yaptım ki onlara?
Geçen gün iki adamın benim hakkında konuştuğunu duydum.
-"Bunların hepsini toplatmalı"dedi.Diğeride bunu başıyla tasdik etti.
Neden istemiyorlar ki beni,benim kime ne zararım var?
Asıl insanlar birbirlerine zarar vermekten hiç çekinmiyor.
Benim tüm derdim karnımı doyurmak,benim insanlar gibi peşimden koştuğum ideallerim yok ki.
Zaten olmasında istemem,beni bu kadar duygusuz yapacaksa.
Beni gönülden seven insanlarda yok değil ama o kadar az ki.
Beni şirin bulup başımı okşayan insanları gerçekten seviyorum.
Kedilerle de iyi anlaşıyorum söylenenin aksine.
İnsanlar bizi dostluğumuz parmaklarıyla gösteriyorlar sanki bir mucizeymiş gibi.
İnsanlar bir garip zaten,kendilerini eve kapatıp sonra özgürlük için kendilerini dışarı atıyorlar.
Yeni buluşlar,yeni kaynaklar yaratıp "medeniyet" denilen şeyi geliştiriyorlar,
büyütüyorl
armış.
Ama bakıyorum da insanlar daha hasta,daha mutsuz ve daha sinirli.
Gerçekleri mecaz anlamlarda,aydınlığı karanlıklarda arıyorlar.
Ahengi bozuldu bir kere dünyanın,eskisi gibi olmaz olamaz.
Zırhlı araçlar,güzel şehirleri harabeye çevirirken ve bunu destanlaştırıp adına kahramanlık derken,bütün suçlu ben miyim yani?
Bu koca dünyada bir fazlalık ben miyim?
Birbirlerine asıl zarar veren insanlar. Bunu görmek için benim gibi bir sokak köpeği olmanıza gerek yok,olmayın da zaten her gün öldürülme,dayak yeme korkusunun yanına bir de açlık eklendi mi hiç de çekilmiyor bazen bu hayat.

Hangi Dünya?



Haşaratı bol olan bir dünya burası.Rutubetli,küf kokan bir dünya.
Hepsini yokedemediğimize göre onlarla yaşamaya alışıyoruz.
Ürkütmüyor ama tiksindiriyor,midemizi bulanıyor ve kusuyoruz kinimizi yanlış insanlara.
Kırık bir aynaya yansıyan yüz gibi birden fazla kişiliğimiz var.
Hangisi uygun gelirse onu takıyoruz.
Kulaklarımızda çınlıyor sahipsiz çığlıklar,haykırışlar.
Kekeliyoruz şahit bırakıldığımız durumlar karşısında.
Bir komutan gibi parmağımız nereyi gösterirse onun bizim olmasını istiyoruz.
Hep “benim“ diyoruz,bize ait olanlar arttıkça gururlanıyoruz
Anlamı bilinmeyen kelimeler gibiyiz.
Hayat sözlüğünde hiçbir karşılığımız yok.
Söylediklerimiz ve yaptıklarımızı aynı teraziye koyunca hep biri daha ağır oluyor,
ikisinin arasındaki dengeyi bir türlü sağlayamıyoruz.
Bu dünyanın figüranlarıyız biz, maestronun kim olduğu belliyken.
İskelenin bir ucunda biz ,diğer ucunda sevmediklerimiz.
Yollarımız mutlaka kesişiyor diğer tarafa geçmek için.
Ne garipdir ki birileri tomar tomar para harcarken
Birileri tomar tomar gazete arar çöp kutularında para kazanmak için.
Yaşadığımız dünya böyle bir yer işte..
sefahat ve sefalet üvey kardeşleri birbirlerinin,aynı dünyada can bulan.
Kimin payına ne düşüyor bunu ancak yaşayan biliyor.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Bildiğimizi okumak

Çok fazla 'düşünce kirliliği' var.Bizim gibi düşünmeyen insanları etrafımızda istemiyoruz.Yargıç gibi cübbelerimizi giyip,sanık sandalyelerine başkaları oturtuyoruz.Bu çok ciddi bir durum.
Kimse kimseyi dinlemiyor, "miş" gibi yapıyor sadece.Beni asıl korkutan bu.
Hayatı daha hızlı yaşayıp,daha az şey öğreniyoruz."Saygı" denilen davranış tarzına asla sahip olamadık.Çok hoşumuza gitti başkalarının hayatları hakkında atıp tutmak..
Biraz kendimizi dinlemenin zamanı şimdi..

15 Kasım 2009 Pazar

Başka boyuta geçmenin en kestirme yolu..


Pain of salvation grubunun 'Ending Theme' şarkısı.
Şarkıyı duyduğunuz andan itibaren görünmez el sizi bu dünyadan çekip çıkarıyor sanki.Her dinlediğinizde tekrar ediyor kendini bu durum.Müziğin insan üzerindeki en etkili yöntemi,sizi kendine bağımlı yapmasıdır.Bizde müziğe bağımlı insanlarız..Yeni gruplar,yeni müzikler,yeni sözler keşfediyoruz,sonu olmayan yolculukta ufak ama emin adımlarla ilerliyoruz.Şarkıya geri dönersek eğer,dinleyin ve dinlettirin derim..

14 Kasım 2009 Cumartesi

Büyükler herşeyi bilir?

Böyle söylenirdi bize küçükken.Boyumuzdan büyük sorulara verilen yegane cevaptı "Şişşt,sus bakiyim sen,büyükler herşeyi bilir."

Sonra büyüdük,başka pencereden baktı dünyaya.
Gördük ki,büyükler hiçbirşey bilmiyorlarmış.
Hayal kırıklığına uğradık..
Bu muydu o öve öve bitiremediğiniz 'dünyanız'?
Şimdi anlıyorum neden çocukken bizi susturduğunuzu.
Çünkü verecek cevabınız yoktu ve hala yok.

Kapitalizm Ölmemiş...

Kapitalizm Ölmemiş...

"Kapitalizm hâlâ hayatta ve harika bir şey..." diyor Bill Gates.

Okuduğumda haberi,şaşırmadım aslında.Kapitalizm'i sahiplenmesi,ideolojik olarak harika görmesi bir şirket sahibi için çok normal.Ama takıldığım bir kaç nokta var.Bill Gates şunları da
söylüyor:
"Yeni bir kapitalizm gelişmekte olan dünyaya yarar sağlıyor. Yoksullara yönelik projeler geliştirmek zorundayız. Kapitalizm kâr ve yoksullara yardımı birleştirmek zorundadır. Yaratıcı kapitalizmde bir başka rol de hükümetlere düşüyor. Yarın kahve üreticileri için bir proje başlatılacak. Böylece çiftçiler nasıl daha fazla üretim yapabilir. Bu sağlanacak. Fakirler eğitim, sağlık ve teknolojiden yeterince yararalanamıyor. Microsoft olarak daha fazla insanın bilgisayar teknolojisiyle buluşması için çalışıyoruz."

Yuh derler adama.Kapitalizm değil midir sınıf farkını yaratan,bu uçurum her geçen gün daha da büyüten?Fakirler eğitim,sağlık gibi hizmetlerden yararlanamıyorsa eğer bunun sebebi o savunduğunuz ideolojidir Bill Gates bey!İşsizlik,ekonomik buhranlar,enflasyon gibi insanları
çıkmaza sürükleyen sizin sahiplendiğiniz ideoloji değil midir?

"Kapitalizm ölmedi" diyen Gates'e son bir lafım var..

"Kapitalizm ölmez,öldürür"

Bkz.Dünya Tarihi

Heavy Metal vs. Pop müzik(!)


Ufkunun sınırları sana bağlıdır.Gördüklerine,okuduklarına ve yaşadıklarına.Konuşmayı icraat sananlar var.Başkalarından duyduklarını birebir başkasına anlatarak arada aracı olmayı kendine görev edinmiş,bunu doğuştan gelen bir eğilim olduğunu iddia eden,yaptığından memnun insanlar var. Hayalgüçleri televizyondan,yaptıkları dedikodulardan bir adım öteye gidemeyen,zaten gitmekte istemeyen bir yaşam biçimi onlarınki.Belki de hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramadılar çünkü hiç hayal kurmadılar.Bir pop şarkıcısının günler öncesinden tükenmiş konser biletleri,mafya-aşk-futbol ekseni etrafında döndürülen programlarının izlenme oranının tavan yapması kimseyi şaşırtmaz.Normal olan buymuş gibi yaparlar.

Yaşadıkları sorunları “Bebek’te üç-beş tur atarak”,terk edilmenin verdiği o derin boşlukla “Allah belanı versin,Allah seni kahretsin,bana gelen sana gelsin” diyerek,sevgiliye duyulan öfkeyi “sana aşkım minumum ama öfkem maksimum” türünden İngilizce-Türkçe dilini birbirine harmanlayarak,” Hadi diyelim biri çok deli sevdi,Senin için her şeyi her şeyi verdi,Ya bir gün olur sana bel kıvırırsa Binlerce dansöz var” diyerek cümle alemi dansöz ilan eden,sabah programlarının verdiği o güzel mutlulukla tüm yaşananların ve yaşanacakların üstüne bir “çakkıdı,çakkıdı” yada “şıkıdım,şıkıdım” dinlemek alır götürür bütün dertleri. “Komple komple komple tikiyiz” diyerekte kişiliğimizden ipuçları veririz.

Bana kızıyorsunuz biliyorum. Şimdi diyeceksiniz ki ama bunlar sözler müzik değil ki.Orası daha kötü zaten.Ortada müzik yok,nota yok,enstrüman yok.Bilgisayar programlarıyla yapılan bir ürün var karşımızda ama adı kesinlikle müzik değil.Pop müzik ,ticari bir üründür.Ambalajı güzel ama içi boştur.Herşey geçicidir bu müzik(!) türünde.Bugün dinlediğinizi yarın dinlemezsiniz,şekeri bitince çöpe attığımız sakızlara benzer.Mesela hiç düşünmediniz mi bu pop müzik denilen “kimliği belirlenemeyen müzik türü” neden hep ya sevgiliye duyulan özlemi yada nefreti,kızgınlığı anlatıyor?Dünya üzerinde başka konular hakkında karalanabilecek satırlar yok mudur?En azından bir çiçeği,bir böceği betimleyiverip anlatsanız,yok olmaz illa ki şarkıların tümünün öznesi “sevgili” olmalı..Zaten isteseniz de bahsedemezler başka konular hakkında,prodüktörler buna izin vermez.Siz sadece size söylenenleri yapmaya programlanmışsınızdır.


Rasgele bir Iron Maiden şarkısı açıyorum.” Hallowed Be Thy Name “ çıkıyor karşıma.Hücresinde bekleyen adamın biraz sonra darağacına götürüleceğini anlatıyor.Şarkıda bir bas gitar,üç elektro gitar ve bir bateri var.Vokal Bruce Dickinson’un sesi ise paha biçilemez.Bir diğer şarkıya geçiyorum. “The Trooper” Kırım savaşını anlatıyor. “Afraid to Shoot Stranger” Körfez savaşını anlatıyor. “Run to the Hills” Amerikalıların Kızılderililere yaptığı soykırımı anlatıyor..” Flight of Icarus” Yunan Mitolojisindeki Icarus efsanesini anlatır. “Powerslave” insanın kendisini sorgulamasını anlatır. “Look For The Truth” insanın korkularıyla yüzleşmesini anlatır.Maiden’ın bütün şarkıları böyledir işte,kitap gibidir.Her şarkı birer sayfa.Müziğiyle büyülenir,sözleriyle çarpılırsınız.Ve hiçbir zaman bu şarkılardan sıkılmazsınız 1980’lerden bahsediyorum.Televizyonun bile herkesin evinde olmadığı yıllar.Aradan 30 yıl geçmiş ama siz hala aynı heyecanı duyuyorsunuz.


Rasgele bir Metallica şarkısı açıyorum.”and justice for all” karşılıyor beni.Paranın adaleti satın aldığından bahsediyor,”herkes için adalet” diyor.Sonra “one” şarkısının notalarını duyuyorum 1.Dünya Savaşında bir mayına bastıktan sonra hastenede gözünü açan Joe Bonham'ın hayatını anlatıyor. “Master of Puppets”ya geçiyoruz,tam bir müzik ziyafeti.Hele sonlarına doğru o solo herkesi farklı dünyalara götürecek kadar güzeldir.


Rasgele bir Megadeth şarkısı açıyorum.”Washington is next” çalınıyor kulaklarıma. Novus Ordo Seclorum diyor.Latince’de ‘yeni dünya düzeni’demek.Illuminati hakkında ipuçları veriyor.”Hangar 18” şarkısına geçiyorum.Abd’de 52.bölge denilen dünyaya düşmüş olan ufonun esir alınarak,işkenceye maruz kaldıklarını anlatıyor.Hayal ürünü google’dan ufak bir araştırma yapın,şaşıracaksınız. “peace sells but who’s buying” şarkısında vokal Dave Mustaine kendisine yöneltilen suçlamalara takır takır cevap verir müziğiyle.


Yukarıda sadece 3 gruptan bahsettim.Karşımıza türlü ,türlü konular çıktı.Hayal dünyamızın sınırlarını genişletti.Pop müziğin hiçbir zaman parmak bas(a)mayacağı konulara,korkmadan,çekinmeden bize sundu.Diyeceksiniz ki hiç mi duygusallığa yer yok bu müzik türünde? Scorpions dinleyin.

Tarih,Mitoloji,Savaş,Dünya düzeni vs.. gibi konuları seçip dinleyicilerine sunar Heavy Metal.
Bu yüzden ki dışlanır,televizyonlarda göremezsiniz,radyolarda duyamazsınız.Gerçekleri anlatır,bir tokat gibi iner suratınıza.



Pop şarkılarının ,pek duayen şarkıcısının da dediği gibi“Pembesi gider,tozu kalır.”
Heavy Metal şarkılarının değeri yıllar geçtikçe anlaşılır.



Pop müzik bir zehirdir, sorgulamadan kabul etmeyi öğretir.
Heavy Metal bir panzehirdir,sorgulamayı düşünmeyi öğretir.


Pop müzik yağmur yağdıktan sonra kaldırımda oluşan bir su birikintisidir güneşi görünce kurur.
Heavy metal bir okyanustur ,derinlere indikçe yeni hazineler keşfedersin.


Son olarak benim görüşüme katılmıyorsanız Black Sabbath’dan Geezer Butler’ın söylediklerini okuyun.“Bugünlerde yapılan müziği dinlemiyorum çünkü müzik enstruman kabiliyeti ile yapılır, bilgisayar programlarının ve prodüktörlerin kabiliyeti ile değil."



Kulağınızın Heavy Metale teğet geçmemesi dileğiyle..
Müzikli,güzel günler dilerim.

Iron Maiden...


Killers albüm kapağı ve elinde baltası ile Eddie..
Diğerlerinden çok farklı bir albüm kapağıydı benim için."Iron Maiden" ismini ilk orda görmüştüm.Bilemezdim bu grubun müzik zevkimi kökten değiştireceğini,hayatımda devrime yol açacağını.
Ama oldu işte.
Her maiden şarkısı,hayatımın aynası oldu.
Iron Maiden bir felsefedir.Sözlerini anlamak sizin bilgi donanımınıza kalmıştır.
Iron Maiden'ı hiç dinlemedin mi?Öyleyse ne duruyorsun?

11 Kasım 2009 Çarşamba

Herşeyin başı mantık..

Hemfikir olmadığımız konularda 'eleştiri' yapmak,nesnel bir üçüncü göz gerektirir.Eleştiri,diyalektik çerçeve içerisinde yapılır.Hiçbir temel dayanağı olmadan yapılan eleştiriler,hem söyleneni hem söyleteni tatmin etmez.Kaldı ki bu bir takım çevrelerde eleştiri sadece kendi gibi düşünmeyen insanlar için tek bir araç olarak kullanılıyor.Nefretin dışavurumu olarak.

Düşüncenizi karşı tarafa ilettiğiniz andan itibaren geriye dönüşünüz yoktur.
Sorunun en tepe noktasına ulaşıp varolan sorunu çözümlemek için,bizden önce düşünce merdivenlerini çıkmış kişilerin üstüne basıp merdivenleri yıkmak yerine,bir düşünce merdiveni de biz eklemeliyiz.


Elinizdeki kalemle,önünüzde yükselen 'içi doldurulmamış eleştiriler dağını' delmek isteyen herkes,mantığıyla hareket etmelidir.Düşünceleriniz mantıkla yoğurmadığınız zaman bir adım ileri atmak yerine,olduğunuz yerde hareket dahi edemezsiniz.


Her gördüğünüze inanır,her söyleneni ciddiye alırsanız,mantığınıza nüfuz eden zararlı düşüncelerden kurtulamazsınız.Sığ görüşlerin hepsi,bu tür insanların ürünüdür.Sözlere kılıçla karşılık vermeye çalışanlar elbette olacaktır.Onlara,onlar gibi karşılık verecekseniz yolunuz açık olsun..Diğer yolu seçecekseniz mantığınızın peşinden gidin,onu arayın,bulun.


Tümdengelim,tümdenvarım,analoji..
Hangi yolu denerseniz deneyin,denemekten vazgeçmeyin.
Vazgeçtiğiniz an itibariyle,benzemekten korktuğumuz insanlara dönüşmek için gerisayım başlamış demektir.

8 Kasım 2009 Pazar

Toplumsal Hipnoz

Dünya tam bir kaosun içinde.’Sorumluluk’ duygumuzu tamamen yitirdik.’Gelecek nesil’ deyip bol keseden atıp tutuyoruz.Bu hızla devam edersek insan ve doğa katliamına, gelecek nesil ile başlayan cümleler kuramayacağız.Çevremizde ve dünyamızda olan bitenin ne kadar farkındayız?2009’da vizyona giren bir belgesel vardı.Adı Home(Yuva).Belki hiçbiriniz ismini bile duymadınız,belki aranızda seyredenlerde vardır.Belgesel’in bir bölümünde şunlar anlatılıyor :


“Bundan 20 yıl kadar önce, Dünya'nın en büyük dördüncü adası Borneo geniş ormanlarla kaplıydı.Mevcut hızla orman açmaya devam edilirse,10 yıl içinde yok olacak.Yaşamın özü suyu, havayı,Dünya'yı ve Güneş'i birbirine bağladı.Bir zamanlar Dünya'nın en büyük biyolojik çeşitliliğine ev sahipliği yapan Borneo'da bu bağ bozuldu.Bu felaket Dünya'da en çok tüketilen ve üretilen hurma yağının Borneo'da üretimine karar verilmesiyle ortaya çıktı.Hurma yağı sadece artan yiyecek talebini sağlamak için değil,aynı zamanda kozmetik, deterjan ve gittikçe artan alternatif yakıt ihtiyacını karşılıyordu.Ormanın sunduğu bu çeşitlilik yerini tek bir türe, hurma yağına bırakıyordu.Yerli halk için,istihdam sağlıyordu.Bu endüstriyel tarımdı.Bir diğer örnekte, ağaçları ağır tahrip eden okaliptüslerden.Okaliptüs kağıt hamuru yapımında kullanılıyor.Son 50 yılda kağıda olan talebin 5 kat artmasıyla birlikte ekin alanları genişliyor.Hiçbir orman diğer bir ormanın yerini tutmuyor.Okaliptüs ağaçlarının dibinde hiçbir şey yetişemiyor çünkü yaprakları ağacın dibindediğer bitkiler için zehirli bir zemin oluşturuyor.Hızlı büyüseler de, su rezervlerini tüketiyorlar.”


Hurma ağacının ve okaliptüslerin tüketilmesinin böyle bir yıkıma sebep vereceğini tahmin edebilir miydiniz?


1 kilogram patates üretmek için 100 litre, 1 kilogram pirinç üretmek için 4000 litre ve 1 kilo sığır eti üretmek için 13.000 litre su gerekiyor.Şaka gibi değil mi?Maalesef hepsi gerçek.Bu kadar su miktarını dünyada yaşayan insan sayısıyla çarpın.Ortaya çıkan tablo tam bir felaket.Belgesele göre insanoğlunun bu gidişatı durdurması için 10 yılı var.


Bir tavuk yumurtası düşünün.O yumurtanın gelişip büyümesi için doğaya ihtiyacı vardır değil mi?Marketlerden satın aldığımız yumurtaları neden köy yumurtası gibi olmuyor?Cevabı basit.Çünkü tavuklar doğal bir ortamda yetişmiyor. Ne güneş görüyorlar,ne de ayakları toprağa değiyor.Kapalı bir ortamda ürüyorlar ve onların yumurtası da ancak bu kadar sağlıklı oluyor.Ayrıca tavuklar hastalanmasın diye verilen antibiyotik de cabası.


Siz hayatınızdaki sorunlarla uğraşırken,tohum yasası geçer mesela meclisten.Tükettiğimiz hormonlu gıda kimyasal zehirdir o kimyasalı vücut bir şekilde atabilir.Ama genetiğiyle oynanmış gıdalar sizin genetiğinize işler ve zaman içerisinde tamamen mutasyona uğratır sizi.Bebek mamalarında neden Gdo’lu ürün kullanmak yasak?Biraz düşünün..


Sanayi devriminden sonra insanlar kentlere göç etmek zorunda kaldı.Böyle giderse ‘su ve yiyecek kaynaklarının’ tükenmesinden dolayı daha sağlıklı alanlara göç etmek zorunda kalabiliriz.


Peki bizim niye bunlardan hiç haberimiz yok.Zihnimizi neden ‘günlük bilgilerle’ doldurmak zorunda kalıyoruz? Medya her haberi ‘flaş,flaş,flaş’ diye duyururken,bu haberlerden hiç bahsetmiyor?Cevabı sizin bilgini sınırlarınıza kalmış.

5 Kasım 2009 Perşembe

Kalın Çizgiler


Kapı vuruluyor ama açmaya korkuyorsunuz.
Dışarıdaki ses size yardım etmek için geldiğini söylüyor.
Bugüne kadar bütün bildiklerinizi,kapı açılınca kaybetmekten korktuğunuz için kaçıyorsunuz.
Bir telaş halindesiniz,ışıklar kesilmiş,mumları bile yakmaya çekiniyorsunuz
Sizi görmelerinden,tanımalarından ve sizinle konuşmalarından korkuyorsunuz.
Başınız ağrıyor,elleriniz titriyor,geceleri kabuslar görüyorsunuz.
Gündüz ve gece bir sizin için.
Camlarınızı tahtalarla kapatacak kadar ileri gidiyorsunuz.
Etrafta kimsenin olmadığından emin olunca bu sefer siz başka evlerin kapısını çalıyorsunuz.
İçerden televizyon sesi geliyor ama kapıyı kimse açmıyor.
Her gittiğiniz evin kapısında bu durumla karşılaşıyorsunuz.
Evdekiler susarken,televizyon konuşuyor.
Bağırmak,itiraz etmek,sesinizi duyurmak yerine fısıltılaşarak konuşmayı tercih ediyorsunuz.
Sürekli tekrarlanıyor bu.
Onlar size yardım etmeye geliyor,siz onlardan kaçıyorsunuz.
Tuhaf kaprisleriniz yüzünden yapıyorsunuz bunu.
Kendinizi aşmak yerine kendiniz aşağılamayı daha uygun buluyorsunuz.
İçinizde yaşadığınız dünyayı tanımlamak yerine,düşünmeye bile üşeniyorsunuz.
Bilen az,konuşan çok.
Gözlerini kapatan var ama açmaya cesaret eden yok.



90'lı yılların başında başladıysanız eğer eğitim hayatınıza mutlaka fotoğrafta gördüğünüz şekerleri,midenize afiyetle indirmişsinizdir.Sizin için annenizin özenle hazırladığı beslenme çantasının pek bir değeri yoktur bu uzun silindir şeklinde şekerlerin yanında.Bir garip oldum bu fotoğrafı görünce.Sanki biri beni bu zamandan çıkarıp,o yıllara götürdü.15 dakikalık tenefüsde verilen harçlığın harcandığı yegane üründür kendisi.Karnınızı asla doyurmaz,hatta çok yerseniz karın ağrısına bile sebep olabilir.Uğruna azar da işitmeyi göze alırsınız,çünkü bazı günler beslenme çantanızı hiç açma zahmetinize bile katlanmamışsınızdır.


Ordan bakınca küçücük bir şeker için bu kadar büyük bir paragraf ayırmaya ne gerek vardı diye içinizden geçirmiş olabilirsiniz.Kızamam.Ama bir kaç soru sorabilirim.Sizin hiç çocukluğunuza ait bir oyuncağınız,fotoğrafınız yada o günleri çağrıştıran bir eşyanız yok mu?Elbette vardır.Bir çok anlam yüklemiş olabilirsiniz o eşyaya.Benim ki de bu 'safinaz' kadar zayıf ama bir o kadar tatlı olan şekerler işte.


Artık göremiyorum herhangi rafta kendilerini.Belki de benden kaçıyorlar,haklılar.Ama ilk gördüğüm yerde yine benim olacaksınız,kaçış yok.Suçunu kabul etmeyip bir de üste zeytinyağı kıvraklığıyla çıkan insanlar gibiyim. Son sözüm'Yine olsa,yine yaparım!'